16 Mayıs 2017 Salı

Dünya Hayatı

Yaşadığımız evrende herşey mükemmel bir uyum içerisindedir. Bilinen yaklaşık 300 milyar galaksi, içlerinde bulunan yaklaşık 300'er milyar yıldızla son derece düzenli şekilde varlıklarını sürdürmektedirler. Öyle ki tüm galaksiler, yıldızlar, gezegenler ve uydular hem kendi etraflarında, hem de bağlı oldukları sistemlerle birlikte belirli yörüngelerde dönmektedirler. Böyle bir düzenin oluşması, hiçbir şekilde rastlantılarla açıklanamaz.
Üstelik evrendeki hız kavramı, dünya ölçüleriyle karşılaştırıldığında akıl almaz boyutlardadır. Milyonlarca ton ağırlığındaki yıldızlar, gezegenler, galaksiler ve galaksi kümeleri uzay içinde müthiş bir süratle hareket ederler. Üzerinde yaşadığımız Dünya saatte 1670 km. hızla kendi ekseni etrafında, 108.000 km. hızla Güneşin etrafında döner. Güneş sisteminin galaksi merkezi etrafındaki dönüş sürati saatte 720.000 km. iken, Samanyolu galaksisinin uzaydaki hızı saatte 950.000 km.dir. Durmaksızın devam eden hareket öylesine yoğundur ki, Dünya ve Güneş Sistemi her sene bir önceki sene bulunduğu yerden 500 milyon kilometre kadar uzaklaşır.
gökyüzü pusula
İşte biz de son derece astronomik hızlarda hareket eden bu gök cisimlerinden birinde yaşamımızı sürdürüyoruz. Üstelik üzerinde bulunduğumuz Dünya tüm evrenle kıyaslanınca son derece küçük ve sıradan kalır.
Bu inanılmaz dengeler, aslında Dünya üzerindeki hayatın pamuk ipliğine bağlı olduğunu ortaya koymaktadır. Gök cisimlerinin hareket ettikleri yörüngelerdeki milimetrik değişimler, kaymalar bile çok önemli sonuçlar doğurabilir. Hatta öyle ki, Dünya üzerinde yaşamak mümkün olmayabilir. Böylesine büyük bir dengeye ve hıza sahip bir sistem içinde, korkunç kazaların oluşması da oldukça mümkün görünmektedir. Ama şu an için böyle kazalar çok ender olmakta ve düzen bozulmadan hayat devam etmektedir. Allah'tan bir nimet olarak Dünyanın dönüş hızını dahi hissetmeyiz, Dünyayı çevreleyen tehlikelerden habersiz şekilde çok kararlı ve güvenli bir sistemin içinde gibi hayatımızı sürdürürüz.
İşte bazı insanlar bu anlatılanları fazla düşünmezler; düşünmedikleri için de gerçekte ne derece olağanüstü koşullarda hayat sürdürdüklerini fark edemezler. İçinde yaşadığımız evrenin belli bir amaçla var edilmiş olduğunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu bilmezler. Bu dünyada neden bulunduklarını, bu kadar hassas dengenin evrende nasıl oluştuğunu merak bile etmeden yaşayabilirler.
Halbuki insanı insan yapan en temel özellik düşünme yeteneğinin ve düşündüklerinden sonuç çıkarabilecek bir aklının olmasıdır. İnsan neden yaşadığını, dünyanın ne amaçla yaratıldığını, evrendeki dengelerin kim tarafından kurulduğunu düşünmeden gerçeklere ulaşamaz.
Tüm bu anlatılanları düşünüp kavrayabilen kişinin karşısına ise açık bir gerçek çıkar: İçinde yaşadığımız evreni tüm hassas dengeleriyle üstün akıl sahibi Yaratıcımız olan Rabbimiz yaratmıştır. Evrenin içinde son derece küçük bir yer kaplayan Dünya ise tüm küçüklüğüne rağmen büyük amaçlarla yaratılmıştır. İnsanların yaşantıları içinde herşeyin bir amacı vardır. Kainattaki her noktada Yüce Allah'ın sınırsız gücünün ve benzersiz aklının tecellileri görülmektedir.
Allah insanların yeryüzünde bulunuş amaçlarını da, Kuran'ı Kerim'de şöyle bildirmiştir:
yeşil bulut mavi gökyüzü
O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır. (Mülk Suresi, 2)
Şüphesiz Biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık. (İnsan Suresi, 2)
Allah yeryüzü üzerinde herşeyin bir amaç ile var edildiğini de yine Kuran'la bize haber vermiştir:
Biz, bir 'oyun ve oyalanma konusu' olsun diye göğü, yeri ve ikisi arasında bulunanları yaratmadık. Eğer bir 'oyun ve oyalanma' edinmek isteseydik, bunu, Kendi Katımız'dan edinirdik. Yapacak olsaydık, böyle yapardık. (Enbiya Suresi, 16-17)

Dünyanın Sırrı

Allah dünya hayatını, insanlardan hangilerinin daha güzel davranışlarda bulunacağını, kimlerin sadakat gösterip, Kendisi'ne bağlı kalacağını denemek için yaratmıştır. Başka bir deyişle dünya, Allah'tan korkup sakınanlarla, O'na nankörlük edenleri ayırt etmek için hazırlanmış bir imtihan yeridir. Bu imtihan yerinde güzelliklerle çirkinlikler, iyiliklerle kötülükler, eksikliklerle mükemmellikler biraraya konmuş ve kusursuz bir imtihan sistemi kurulmuştur. İnsanlar, imanlarının ortaya çıkması için türlü şekillerde denenmektedirler. Sonuçta da Allah'ı hakkıyla tanıyıp, takdir edebilenler inkarcılardan ayrılacak ve kurtuluşa ereceklerdir. Bu gerçek Kuran'da şöyle bildirilmiştir:
İnsanlar, (sadece) "İman ettik" diyerek, sınanmadan bırakılacaklarını mı sandılar? Andolsun, onlardan öncekileri sınadık; Allah, gerçekten doğruları da bilmekte ve gerçekten yalancıları da bilmektedir. (Ankebut Suresi, 2-3)
Bu imtihanın sırrını anlamak için öncelikle evrene tamamen hakim olan Yaratıcımızı çok iyi tanıyabilmek gerekir. O Yaratıcı, gökleri, yeri ve bu ikisi arasındaki herşeyi yoktan var eden, her varlığın Kendisi'ne muhtaç olduğu, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan ve bütün eksikliklerden uzak olan Allah'tır. Allah insanı yoktan var etmiş, ona sayısız özellikler ve nimetler vermiştir. Hiçbir insan işitmeyi, görmeyi, yürümeyi, sinir ve kas sistemlerini düzenli olarak çalıştırabilmeyi, solunum sistemi oluşturup nefes almayı ve bunun gibi yaşam için şart olan sayısız özelliklerini kendi başına elde etmemiştir. Daha insan bunları idrakten bile yoksunken Allah bu sistemleri onun vücuduna yerleştirmiştir.
Tüm bu nimetlerin karşılığında insanlardan istediği ise, Kendisi'ne kulluk etmeleridir. Fakat insanların birçoğu ayette bildirildiği üzere, "zalim ve nankör" bir karakter göstererek Rabbimiz'e şükretmeyi, O'na boyun eğmeyi ve itaat etmeyi unuturlar, O'nun koyduğu sınırları çiğnerler. Kendilerinin büyük bir güce sahip olduklarını, bu dünyadan çok uzun bir süre ayrılmayacaklarını düşünürler. (Allah'ı tenzih ederiz)
Bu yüzden de tüm amaçları dünyayı yaşamaya yöneliktir. Ölümü unutur, ölümden sonraki yaşantıları için hiçbir hazırlık yapmazlar. En büyük amaçları, imkanları elverdiğince kendilerine iyi bir yaşantı sağlamak, burada geçirdikleri her anı kendilerince en iyi şekilde değerlendirmektir. Bu gibi insanların dünyaya olan bağlılıklarını Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
yeşil bulut mavi gökyüzü
Gerçek şu ki bunlar, çarçabuk geçmekte olan (dünyay)ı seviyorlar. Önlerinde bulunan ağır bir günü bırakıyorlar. (İnsan Suresi, 27)
Allah'ı unutmuş olan inkarcılar yaşamları boyunca böyle bir çaba içindedirler, ama ayette ifade edildiği gibi bu dünyanın önemli bir sırrı vardır; dünya hayatı çarçabuk geçmektedir. Dünyaya bağlananların unuttukları, düşünmeye yanaşmadıkları, hatırlatıldığında kaçtıkları bir konudur bu. Ancak ne kadar kaçmaya çalışsalar da ölümle birlikte dünya hayatının sona ereceği hiç değişmeyecek bir gerçektir.
"İnsanın cennette mutlu olabilmesi için dünya eğitilmesi yani imtihandan geçmesi gerekir."
İnsan eğer doğrudan cennete giderse mutlu olmaz, mutlaka dünyada bu eğitimden geçmesi gerekiyor. Eğer doğrudan cennete giderse Hz. Adem ve Havva'nın konumu gibi olur, ki mutlu değillerdi cennette onlar. O anlamda mutlu olmadılar, yenilik arıyorlardı. Mesela Allah'a verdikleri sözü tutamayacak duruma geldiler ama eğitimden geçtikten sonra insanlar, yani acıyı, zorluğu, çileyi, sadakati, sabrı, cesareti, vefayı her türlü güzel ahlakı gördükten sonra, cennette sonsuza kadar çok mükemmel ahlakta oluyorlar.
Cehennem cennettekilere, bir ekrandan sürekli gösterilir. Bu da her an hallerine şükretmelerini sağlıyor. Adem'e cehennem hiç gösterilmedi yani cehennem ekranını görmedi cennette Hz. Adem. Eğer görseydi, tabii takdir Allah'ın, kim bilir nasıl olurdu tavrı ama kaderi öyleydi. Cennetin mükemmelliği için, cennette insanların mutlu olması için, mutlaka dünyadaki bu eğitimden geçmeleri gerekiyor ve mutlaka cehennemden haberdar olmaları gerekiyor. (Adnan Oktar'ın Kanal-35'deki Röportajından, 1 Şubat 2009)
İnsanlar cennete direkt konmuş olsalar olay çıkartırlar. Allah mesela Hz. Adem'i koyuyor Hz. Havva'yı koyuyor, şeytanı koyuyor cennete, sonucu görüyoruz. Eğitilmeden girdin mi böyle oluyor. Allah onu gösteriyor bize. Hz. Adem'de ve Havva'da Allah itaat görmediğini söylüyor Kuran'da, yani onları sebatlı görmediğini söylüyor. Verdikleri sözde sebat etmiyorlar ama tabi şeytan farklı, onun tavrı tam psikopatça. Eğitimden geçtikten sonra insanlar normal oluyor.
Kuran'da Cenab-ı Allah şöyle söylüyor: "Siz Allah'tan razı olarak, Allah da sizden razı olmuş olarak, cennetime girin salih kullarımın arasına katılın" çünkü "Ey mutmain olmuş nefis" diyor Allah yani nefis dengelenmiş oluyor. Biz burada dengeleniyoruz, güzel ahlakı, sevgiyi, şefkati, sabrı, cesareti öğreniyoruz. Allah nasip ederse cennette bunlar muhabbet konusu olacak bize.
Allah Kuran'da, "Karşılıklı tahtlarda otururlar konuşurlar, sohbet ederler" diye bildiriyor. Cennette ne konuşulur tabi ki dünyada yapılanlar konuşulacak. Oradaki detaylar, onların görüntüleri gösterilecek. Oradaki muhabbet, nasıl mücadele etmiş, nasıl çaba harcamış, nasıl güzel ahlak göstermiş, Hz. Musa ne yapmış, Hz. İsa ne yapmış, bunları anlatacağız. O yüzden de biz bu mübarek, bu güzel insanları çok seveceğiz. (Adnan Oktar'ın Tempo TV'deki Röportajından, 24 Mart 2009)

yeşil bulut mavi gökyüzü deniz yelkenli

Birkaç Saniye mi, Birkaç Saat mi?

saat
Bir tatil anı düşünün: Sonunda, iki saat süren yolculuğun ardından uzun süredir planladığınız tatile çıkmayı başardınız ve seçtiğiniz tatil köyüne vardınız. Tatil köyü çok kalabalıktı, sizin gibi tatile çıkan yüzlerce kişi vardı etrafta. Resepsiyonda tanıdık yüzlerle karşılaştınız ve hepsiyle selamlaştınız. Daha fazla vakit kaybetmeden deniz kıyısına inmek için acele etmeye başladınız. Hemen üstünüzü değiştirerek kumsala indiniz. Karşınızda harika bir deniz ve kumsal duruyordu. Hava ise gerçekten insanı bunaltacak kadar sıcaktı. Ve sonunda denize girip yüzmeye başladınız. Fakat yüzerken bir ses duydunuz: "Uyan! Saat 8 oldu!"
Bir anda duyduğunuz bu sese hiçbir anlam veremezsiniz. Duyduğunuz sesle bulunduğunuz ortam arasında bağlantı kurmaya çalışırsınız, fakat ilk anda başaramazsınız. Sonunda yavaş yavaş gözlerinizi açıp uyanırsınız. Gözleriniz bulunduğunuz odaya alışıp da şuurunuz yerine geldiğinde rüya gördüğünüzü fark edersiniz. Gerçekten de çok şaşırırsınız. "Herşey o kadar gerçekti ki, saatlerce yolculuk yaptım, masmavi denizi gördüm, çevremde bir sürü tanıdık insanla karşılaştım, hatta şu an kış olmasına rağmen o müthiş sıcağı bile hissettim" diye tüm samimiyetinizle şaşkınlığınızı ifade edersiniz.
avuç ağaç manzarasi
İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli bir şeyler talep etmeye başlar. Öyleki artar da gelen bu istekler bi tip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ayrıca istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu herşey elinden gidecektir.
Rüyanızda çok uzun bir vaktin geçmiş olduğunu zannetmenize rağmen tüm rüya yalnızca birkaç saniye sürmüştür. Ne kadar aksini ispat etmek isteseniz de bunun yalnızca birkaç saniyelik bir rüya olduğunu kabul etmek durumunda kalırsınız.
İşte çok kısa süren dünya hayatını tüketip de ahirete giden inkarcıların şaşkınlığı da aynı bu şekilde olacaktır. Çok uzun süreceğini zannettikleri dünya hayatı onları aldatmıştır. Öyle ki kimi bin yıl, kimi bin yıldan da fazla hayatlarını sürdürebilecekleri gibi bir hisse kapılmışlardır. Oysa ölümlerinin ardından diriltildiklerinde, dünyada aslında çok az bir süre kaldıklarını anlayacaklardır. Bu durum Kuran'da şöyle anlatılır:
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
Dedi ki: "Bir gün ya da bir günün birazı kadar kaldık, sayanlara sor."
Dedi ki: "Yalnızca az (bir zaman) kaldınız, gerçekten bir bilseydiniz" (Müminun Suresi, 112-114)
10 yıl yaşamış bir insan da 100 yıl yaşamış bir insan da yukarıdaki ayetlerde ifade edildiği gibi dünyada en fazla bir gün kadar ömür sürdüğünü eninde sonunda fark edecektir. Tıpkı rüyadan uyanan ve çok uzun bir tatil geçirdiğini zannederken yalnızca birkaç saniyenin geçtiğini fark eden insan gibi... Hatta yaşadığı ömür ona öyle kısa gelecektir ki, aşağıdaki ayette bildirildiği gibi büyük hırslarla geçirdiği ve yıllarca sürdüğünü düşündüğü hayatının aslında bir saate sığdığına yemin dahi edecektir:
Kıyamet saatinin kopacağı gün, suçlu-günahkarlar, tek bir saatin dışında (dünya hayatı) yaşamadıklarına and içerler. İşte onlar böyle çevriliyorlardı. (Rum Suresi, 55)
Herkesin kesin olarak bildiği gibi dünyadaki yaşam süresi sınırlıdır. Bir kaç saat, bir gün, bir yıl, 30 yıl ya da 70 yıl... Ve herkes şunu da kesin olarak bilir ki sınırlı olan herşey eninde sonunda bitecektir. Bir insan 80 yıl da yaşasa, 100 yıl da yaşasa her geçen gün kaçınılmaz olan sona doğru ilerler. Bunun örneklerini istisnasız herkes kendi hayatında görmüştür. Düşünün ki, uzun vadeli olarak yaptığınız her planla eninde sonunda karşılaşmışsınızdır. Şu anda geriye dönüp baktığınızda söyleyeceğiniz ilk söz "ne kadar çabuk geçti!" olacaktır.
Örneğin liseye başlayan bir genci düşünün. Birinci sınıftayken liseyi bitirmesinin çok uzun süreceğini, bu sürenin bir türlü sona ermeyeceğini düşünür. Ancak bir gün kendini liseyi ve hatta üniversiteyi bitirmiş bulur ve birinci sınıftayken neler düşündüğünü dahi hatırlamaz. Aklında başka planlar vardır. Belki de birkaç ay sonra yapacağı evliliği planlıyordur ve o günün bir türlü gelmeyeceği kanaatindedir. Ama o gün de gelir ve ondan sonra planını yaptığı başka günler de. Hatta zaman o kadar hızlı geçer ki kişi bir anda kendini evlenmiş, çocukları ve torunları olmuş yaşlı bir insan olarak bulur. Artık dünya hayatı için belirlenen süre dolmak üzeredir. O büyük güne belki birkaç yıl, belki bir kaç hafta, hatta belki de birkaç dakika kalmıştır. Ölümle birlikte insanın o çok değer verdiği, hayatı boyunca süsleyip baktığı bedeni adeta tanınmayacak bir hale gelecektir.
Dünya hayatının geçici bir yurt olduğu ve asıl yurdun ahiret olacağı Kuran'da bildirilmiştir. Ahirette sonsuza kadar devam edecek olan cennet ve cehennem hayatının tüm detayları Allah'ın vahyiyle tarif edilmiştir. Buna rağmen insan çok kısa süren bu hayata yönelir ve nefsine fayda sağlamaya çalışır. Halbuki olayları biraz akılcı değerlendirebilen ve gerçekleri düşünen bir insan, dünya hayatının sonsuz hayat yanında ne kadar değersiz olduğunu görüp anlar. Ve ahirette sonsuza kadar sürecek olan hayatını eşşiz nimetlerle dolu cennette geçirmek için çalışır. Bunun tek yolu da ihlasla Allah'a yönelmektir. Kesinlikle gerçekleşecek olan bitişi hiç düşünmeyip, dünya hayatının sonunu görmek istemeyenler ise -Allah'ın dilemesi dışında- sonsuz azabı hak etmişlerdir...
Kuran'da Allah'a kulluktan kaçınan insanların karşılaşacağı bu son şöyle bildirilmiştir:
Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah'a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrana uğramışlardır. Onlar hidayete ermiş (kimseler) değildi. (Yunus Suresi, 45)
Artık sen sabret; Resullerden azim sahiplerinin sabrettikleri gibi. Onlar için de acele etme. Onlar, tehdit edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamışlardır. (Bu,) Bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı? (Ahkaf Suresi, 35)
"Ölüm kaçınılmaz bir gerçek ve herkes yapayalnız olarak, tek başına Rabbimizin huzuruna gidecektir."
Ölüme direnmenin mümkünü yok. Öyle bir şey yoktur. Allah'ı aşkla sevip, sonsuz hayatta Allah ile beraber olmak, Allah aşkıyla yanmak çok güzeldir. Allah'ın varlığı apaçık ortada. Çoğunluk dalalette olabilir. Allah; "Çoğunluğa uyarsanız, sizi Allah yolundan saptırırlar" (Enam Suresi, 116) diyor.
Biz çoğunluğa göre hareket etmeyiz.
Çoğunluk anormal düşünüyor olabilir. Biz ne yapacağız? Kendi aklımızla düşüneceğiz. Kuran'da, "Yapayalnız, tek başına Bana geleceksiniz" (Meryem Suresi, 95) diyor Allah. Bilgisayar koltuğu, annesi, babasıyla, facebook arkadaşlarıyla gelmez. Ölür, cenaze kalabalık olur ama ölen tek başına gider mezarlıkta, toprağın altına. İki buçuk metrenin altına koyduktan sonra, var gücüyle oradaki belediye işçileri toprağı üstüne dökmeye başlıyorlar. Ondan sonra herşeyle bağlantı kopuyor.
Simsiyah karanlığın içerisinde, buz gibi toprağın içerisinde sadece bakteriler, oradaki kurtlardır arkadaşı. Işık yoktur. Her geçen dakika vücudu şişmeye başlar. Ağzından köpükler gelmeye başlar. Ve kadının rahmi, cinsel organından dışarı atılır basıncın etkisiyle, davul gibi şişer. En yakışıklı, en güzel, dünyanın en güzel kadını olsa, o akıbete uğramaktan ayrı kalamaz. En yakışıklı erkek de bu aşamalardan geçer. Bir tek Peygamberlerde bozulma olmuyor ve velilerde. Bir mucize olarak olmuyor. Mesela yıllar sonra Peygamber Efendimiz (s.a.v.)'in mezarı düzeltilirken, Hz. Ömer (a.s.)'ın ayağı görülmüş toprakta, olduğu gibi duruyor mezar düzeltilirken. Geri kapatmışlar ama duruyor. Allah'ın hikmeti.
Öldükten sonra mezarda artık ne internet sohbetleri yapabilir, ne şımarık ifadeler kullanabilir, ne facebook arkadaşlarına gülücük işareti, hiçbir şey gönderemez. Onlar da ona haber gönderemez. Elektrik bağlantısı vs. hiçbir şey olmaz. Parfümleri, elbiseleri, marka kıyafetleri, ayakkabıları hepsi dolapta evde kalır, fabrikası da orada kalır. Fabrikasına işçiler gidip gelir, devam ederler çalışmaya, arabalarını başkaları kullanır, eşyalarını birilerine dağıtırlar ama o yerin altında beze sarılı olarak orada durur. Ayak başparmakları birbirine iple bağlıdır, üstten çenesi bağlanır morgdan gasilhaneye geldiğinde. Yırtarlar Amerikan bezinden bir parçayı, kafasının üstünden geçirip, çenesinin altından bağlarlar. Ağzından çıkacak nevaleleri durdurmak için ama tabi buna rağmen, ağzını parçalar çıkar, mümkün değildir... (Adnan Oktar'ın 10 Aralık 2010 tarihli Kaçkar TV röportajından)

elma ağaç çiçeği

Sonuca Ulaştırmayan Bir Hırs

Dünyanın neredeyse bir "göz açıp kapama süresi" kadar çabuk geçtiğinden bahsettik. Ama hırsla dünyaya yönelen insanın gözönünde bulundurması gereken bir başka gerçek daha vardır ki; Allah'a iman etmediği sürece dünyada neye sahip olursa olsun asla gerçek huzuru bulamayacaktır.
İnsan, bilinci yerine geldiği andan itibaren sürekli birşeyler talep etmeye başlar. Öyle ki art arda gelen bu istekler bitip tükenmek bilmez. İnsanın nefsi her an isteme halindedir ve bu isteklerinde de sınır tanımaz. Ama tüm bu sınırsız isteklerine rağmen elindeki imkanlar kısıtlıdır. İstediği herşeye sahip olması mümkün değildir. Ayrıca istediği herşeye sahip olabildiğini farz etsek bile değişen bir durum yoktur. Çünkü dünyanın en zengin insanı da olsa bu zenginlik geçicidir. En fazla yaşayabileceği süre ortalama 70-80 senedir ve bu sürenin sonunda ölümüyle birlikte sahip olduğu herşey elinden gidecektir.
Sınır tanımayan insan, Allah'tan bir karşılık olarak, bir türlü çare bulunamayan bir "tatminsizlik" duygusu içinde yaşar ve yaşamının her anında farklı farklı isteklere kapılır. Bu isteklerini elde etmek için de büyük bir hırsla çalışır, hatta bunlar için olmadık şeyleri göze alır. Çevresinde bulunan insanları hatta ailesini, yakınlarını kırmayı bile göze alabilir. Fakat istediği şeyi elde ettiği an o "sihir" bozulur. Ve müthiş arzuladığı şey her ne olursa olsun önemini yitirir. Sanki onu elde etmek için günlerce, aylarca, yıllarca kendisi uğraşmamıştır. Elde ettiğiyle tatmin olmayan nefis hemen başka bir isteğin peşine düşer, bu sefer hırsla onun peşinden koşmaya başlar; ta ki onu da elde edene kadar...
İnkarcı insanın dünya hayatında mala, mülke kısaca çevresinde gördüğü şeyleri elde etmeye karşı duyduğu bu hırs ölünceye kadar hiç durmaksızın devam eder. Hiçbir zaman elindekilerle yetinip mutlu olamaz. Çünkü Allah'ı razı etmek için değil, sadece bencil tutkularını razı etmek için istiyordur. Ve sahip olduğu herşey onun kibirini ve büyüklenmesini artırmaktadır. Elbette Allah dünya hayatında bu derece azgınlaşıp nefsinin peşisıra sürüklenenlerin huzurlu bir ruh haline sahip olmalarına izin vermez.
Nitekim Kuran'da ancak Allah'a yönelenlerin, O'nu zikredenlerin kalben kurtuluş bulabilecekleri haber verilmiştir:
Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah'ın zikriyle mutmain olanlardır. Haberiniz olsun; kalpler yalnızca Allah'ın zikriyle mutmain olur. (Rad Suresi, 28)
İnkar edenler böylesine derin bir gaflet içindeyken, ölümü unutmuş, dünya hayatına kendilerini kaptırmışken müminler ise her gün ölüme bir adım daha yaklaştıklarının bilincindedirler. Yaşadıkları her an Allah için yaşar, Allah'ın rızasını gözetir ve Allah'ın huzurunda yapayalnız durup hesap vereceklerini ve ölüm anının giderek yaklaştığını düşünürler. Daima korku ve umut arasında Rabbimizin kendilerinden hoşnut olması için dua ederler. Ölümü düşünmek, yakınlığını hissetmek iman edenlerin derinliğinin ve Allah korkularının artmasına vesile olur.
"Ölümü düşünmek insanı olgunlaştırır."
Ölüm olgunluk vesilesidir; olgunluğu sağlar, sevgiyi sağlar, derinliği sağlar, cömertlik sağlar; kişi öleceğini hatırlarsa, teşvik eder onu. Affediciliği sağlar, affediciliğe kamçıdır ölüm. Birine, mesela; "Herkes ölüp gidecek, sen niye böyle intikam peşindesin?" dedin mi, bir anda ayakları yere basar. Mal biriktirme arzusu olmaz, dağıtmak ister; ölüm aklına gelince. Ölüm aklına gelince, sonsuz olacağını, sonsuz yaşayacağını bilip kalbi ferahlar. Allah'ı göreceğini bildiği için, onun sevincini duyar. Bütün ahbaplarına, sevenlerine kavuşacağını umut ettiği için, inşaAllah, onun sevincini duyar...  (Adnan Oktar`ın 21 Haziran 2011 tarihli A9 TV ve Kaçkar TV röportajından)
"Müslüman ölüm korkusu yaşamaz, ölümü güzel bir sevinç olarak görür."
Allah bu kadar da güzellik yarattığına göre niye korkalım? Ölümden korkmayız, biz Allah'tan korkarız. Ölümü Allah'a bir kavuşma, bir sevinç olarak görürüz.
... Müslüman Allah'ı darıltmaktan korkar. Allah'ın rızasını kazanamamaktan korkar, Allah'ın sevgisini kaybetmekten korkar. Allah'ın kendisini sevmemesinden korkar... (Adnan Oktar'ın 9 Aralık 2010 tarihli Kahramanmaraş Aksu Tv ve Kaçkar Tv röportajından)


çerçeve yaşlı kadın torunu
Dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve yok olacaktır.
Dünya Hayatındaki Aldanış

Yaşadığımız dünyada insan gözünü hangi yöne çevirse güzelliklerle karşılaşır ve bunları büyük beğeniyle izler. Kusursuz tasarımdaki insan vücudu, milyonlarca çeşit bitki, tonlarca ağırlıktaki bulutların yer aldığı uçsuz bucaksız gökyüzü ve daha pek çok şey ruha zevk verecek estetik bir görünümle yaratılmıştır. Gördükleri dışında diğer duyularıyla algıladığı pek çok detay da insana zevk verir. Güzel bir koku, tat ya da güzel ritimli bir müzik gibi.
Dalından sarkan bir meyve, güzel kokusu ve tadıyla herkesin hoşuna gider. Yine aynı şekilde bir çiçeğin farklı tonlardan oluşan renkleri, üzerindeki desen son derece zevk vericidir. Güzel bir insan yüzü herkes tarafından beğeni toplar. Güzel bir ev, son model bir araba tabi ki talep görür. İnsan, yaşamını sürdürürken bunlar gibi daha birçok şeyi beğenip, onları elde etmek ister. Fakat bütün bu sayılanlarda zaman içinde oluşan değişiklikler büyük bir şaşkınlığa yol açar. Çünkü bu güzellikler anlamlarını yitirmiş, hatta artık görmek bile istemediği bir hale dönüşmüştür.
Örneğin, meyve dalından kopartıldıktan kısa bir süre sonra yavaş yavaş kararmaya başlar, sonra o güzel kokusunu kaybeder. Ardından da çürür ve kötü bir koku yaymaya başlar. İnsan canlı renkleri ve hoş kokusuyla kendisini cezbeden çiçekleri alıp evine getirir ve bir vazoya koyar; ancak aradan bir gün geçmeden çiçeklerin renkleri solar, canlılığı, diriliği kaybolur. 2-3 gün sonra ise çiçekler tamamen kararmış ve çürümüştür. Dünyanın en güzel yüzüne sahip olduğunu düşündüğü insanı 60 yıl sonra görse onu tanımakta bile zorlanabilir. O güzel insan yaşlanmış, yüzü kırışıklıklar içinde kalmış, saçları bembeyaz olmuştur. Kısaca eski güzelliğinden eser kalmamıştır. Ev yıpranmış, arabanın modeli eskimiş, belirli kısımları ise çoktan paslanmaya yüz tutmuştur. Sonuç olarak dünyada insanın çevresinde gördüğü herşey kısa zamanda bir bozulma eğilimi gösterir.
çerçeve kuş tablo kelebek yaşlı kadın
Dünyad ki tüm hayvanlar, bitkiler, insanlar yani yer yüzündeki bütün canlılar ölümlüdür. Her şeyin tek sahibi Allah'tır. O dilediği sürece canlılar var olur, dilediği anda da yok olur, ölürler.
Bu durum çoğu insana "doğal bir süreç" gibi gelir. Oysa burada çok derin bir anlam gizlidir. Etrafımızdaki herşey sürekli olarak bozulmaya, eskimeye, çürümeye doğru giderek, bize aslında çok önemli bir mesaj vermektedir. Bu, dünyanın geçici ve aldatıcı bir hayal olduğu gerçeğidir.
Hepsinden önemlisi dünyadaki tüm hayvanlar, bitkiler, insanlar yani yeryüzündeki bütün canlılar ölümlüdür. İnsanın bu büyük gerçeğin önemini kavrayamamasının nedeni ölen insanların ve hayvanların yerine yenilerinin doğması, doğada her yıl yeni ürünlerin yetişmesidir. Bu gerçeği kavrayamayan insan, ölümlü şeylere hak ettiklerinden fazla değer verir, onlar için pek çok şeyi göze alır. İstediği şeylere "sahip olmak" tutkusu ile yaşar. Oysa herşeyin tek sahibi Allah'tır. O dilediği sürece canlılar var olur, dilediği anda da yok olur, ölürler.
Allah insanların dünyanın aldatıcı yönüne kanmamaları, dünya hayatının gerçeğini düşünmeleri için Kuran'da çeşitli örnekler vermiştir:
Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yüryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. (Yunus Suresi, 24)
Ayette bildirildiği gibi dünya üzerinde güzel olan ne varsa bir gün güzelliğini kaybedecek ve hatta yok olacaktır. Ancak bunu bilmek yeterli değildir; bu gerçek, üzerinde derin düşünülmesi gereken bir konudur. Çünkü Allah bu tür örnekleri "düşünen insanlar" için açıkladığını bildirmiştir. İnsan akıl sahibi bir varlık olarak, düşünmek, düşündüklerinden sonuç çıkarmak ve yaşamının amacını bulmakla yükümlüdür.
"Düşünmek" ve "akletmek" gibi önemli vasıfları üzerinde taşımayan insanın ise hayvanlardan bir farkı kalmaz. Hayvanlar da doğarlar, büyürler, çoğalırlar, kendilerine göre bir yaşam sürerler. Ama nasıl ve neden yaratıldıklarını, bir gün öleceklerini, öldükten sonra nasıl bir hayatla karşılaşacaklarını düşünmezler. Dünyanın gerçek yüzünü görüp, hakiki amacını kavrayıp anlamaya çalışmazlar.
Elbette hayvanların böyle davranması doğaldır, çünkü onlar "akıl sahibi" olarak yaratılmamışlardır. Yaratıcı'nın varlığını kavrama, yaratılışın gayesini araştırmakla sorumlu tutulmamışlardır. Ancak insan sorumludur; Rabbimiz olan Allah'ı tanımakla, O'nun kendisinden istediklerini öğrenip uygulamakla, gerçek yurdunun dünya olmadığını, dünyanın "göz açıp kapayıncaya kadar" kaybolacak bir hayat olduğunu anlamakla sorumludur.
Bu gerçekleri kavrayan insanın tavrı ise, gerçek yurt olan ahirete hazırlık yapmak, yaşamını yalnızca Allah'ı hoşnut edecek yollar arayarak geçirmek olacaktır.
Aksi takdirde dünyada da ahirette de azapla karşılaşabilir. Zengin olur, ama sahip oldukları ona mutluluk getirmeyebilir. Güzel olur, ama güzelliği başına bela olabilir. Ünlü olur, ama bir gün yalnız kalabilir, en zor günlerinde yanında dostum dediği insanları bulamayabilir.
"İnsanların büyük bir bölümü ölüme çok yakın olmalarına rağmen, ölümü hiç akıllarına getirmezler."
Hud Suresi 15. ayette, "Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz" buyrulur yani sadece dünyada yaşamayı isterse, ahireti istemezse yapıp ettikleri onlara tastamam ödeniyor. "Süs, araba, canları ne istiyorsa veririm" diyor Allah. "Ve onlar bunda hiçbir eksikliğe uğratılmazlar", hepsini alırlar diyor Allah. "İşte bunların ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur" ama ahirette başka hiçbir şey vermem diyor çünkü nankörlük yapmış oluyor. Bazı kişiler var, 60-65 yaşına gelmiş ama hala sadece balıklardan, kuşlardan, keyfinden bahsediyor ama 10 dakika, "Bu nasıl oldu" diye düşünmeye ayırmıyor. Sadece eğlencesinden bahsediyor. "Ne kadar güzel yiyecekler var" diyor. "Gök ne güzel, dağlar ne güzel" diyor. Peki bunları kim yarattı? "O beni ilgilendirmez" diyor. Böyle denilir mi, böyle şey olur mu?
Ben burada bir ziyafet vereceğim, o da yiyip, içip, çekip gidecek. Adama soracaklar "Sana bu ziyafeti kim verdi?" diyecekler, "Bana ne?" diyecek. Bir daha ben onu çağırır mıyım buraya. Kim çağırır öyle birini. Bir nezaketi vardır, bir teşekkürü vardır. Allah "Bir daha çağırmam" diyor o zaman. Ayette, "Onların orada dünyada bütün istedikleri boşa çıkmıştır.'' buyuruyor Allah.
Arabası öldükten sonra kapıda kalıyor. Cenaze kaldırılıyor; "Ceketini kime verelim, pantolonunu kime verelim" ya da "Arabayı kim satacak" diye düşünüyorlar. Evini müze yapıyorlar bazı ünlü kişilerin de. Bir zamanlar yandan pozlar veren, pırıl pırıl kıyafetleri olan biri ama şimdi nerede o kişi? Duruyor evi bakın. Son model arabalarının hepsi duruyor ama kendi yok ortada. Kendi nerede? İki metre toprağın altında, hiç kıpırdamadan yatıyor, karanlığın içinde. Arkadaşı ise artık kurtlar mikroplar, başka bir şey yok.
Mesela genç bir kız veya bir delikanlı oluyor tam diskoda eğlenirken kalbi duruyor, yığılıp kalıyor. Diskoda hayat devam ediyor hala ama o, morgda. Morgdan da toprağın altına. Mezarın altında arkadaşlarıyla bağlantı kuramıyor, kablo da yok, ışık da yok. Su kayağı da yapamıyor. Ağzına burnuna toprak doluyor. Yiyeceği sadece topraktır.
Günde üç vakit yemek yemek, arkadaşlarla ızgara yapıp eğlenmek yok. O tek lokma yiyemez orada. Sadece toprak yiyebilir. Işığın esamesi yoktur. Sadece ona azap yapanların ışıklarını görebilir o kadar. Başka bir şey göremez. Ama bunu düşünmüyor tabi bazı insanlar. Gününü gün etme peşinde. Ölümü hiç akıllarına getirmiyorlar. Ölüm, bir kuş için bir böcek için ne kadar mukadder ise, sivrisinek için ne kadar mukadder ise bir insan için de aynı şekilde mukadderdir.
Hiç ölmez havasında çoğu insan. Sanki çelikten, demirden yapılmış gibi. Oysa insan acizdir, anında ölür. Çok zayıf bir varlıktır. Beyninde bir şey oluyor ölüyor, kalbinde bir şey oluyor ölüyor. Karaciğerinde tümör çıkıyor, vücut devriliyor. Gücü yetmiyor. Küçük bir pıhtı devirmeye yetiyor insanı.
Herkes birbirine ahireti unutturmaya çalışırsa veya büyük çoğunluk unutursa bu olmaz. Ahiret bir gerçek, Allah bir gerçek. Beynimizin içi simsiyah bir karanlık, kemikten kutu gibi. Beynimizin içindeki ışığa bakın. Nasıl aydınlık değil mi kafamızın içi ama beynin içi kapkaranlık. Beyinde olmuyor mu bu görüntü? Hangi televizyonda var şu kalitedeki görüntü. Hangi fabrika yapabilmiş? Beyindeki küçük bir et parçası yapıyor bunu. Allah o eti vesile ediyor. Bütün dünya bir araya gelse de hala o küçük etin yaptığını yapamıyorlar. Şu ses kalitesine bakın. 3 boyutlu. Stereo sistemden daha gelişmiş. Hışırtı da yok. En kaliteli ses cihazlarında oluşmuyor bu.
Mükemmel şekilde kokuyu alıyoruz, sesi duyuyoruz, düşünüyoruz, görüntüyü mükemmel alıyoruz. O küçücük mağaramızda mutlu yaşıyoruz. Ama kimileri "bana ne" diyor. Sen bana ne dersen bir daha o nimeti Allah sana vermez...  (Adnan Oktar'ın 25 Temmuz 2010 tarihli Kanal Avrupa röportajından)

kitap ağaç çorak arazi

Dünyanın Geçiciliğine Kuran'dan Örnekler

saz sap tohum
Allah Kuran'da "dünya hayatının geçiciliği" ile ilgili pek çok örneği bize bildirmiştir. Ayetlerde, hem geçmişte yaşamış insanların ve toplumların başlarına gelen olaylar ibret verici birer örnek olarak anlatılmış, hem de dünya hayatının gerçek yüzü insanların zihinlerinde canlandırabilecekleri şekilde örneklendirilmiştir. Kehf Suresi'nde anlatılan iki "bağ sahibi"nin durumu, bu örneklerden biridir:
Onlara iki adamın örneğini ver; onlardan birine iki üzüm bağı verdik ve ikisini hurmalıklarla donattık ikisinin arasında da ekinler bitirmiştik. İki bağ da yemişlerini vermiş ondan (verim bakımından) hiçbir şeyi noksan bırakmamış ve aralarında bir ırmak fışkırtmıştık. (İkisinden) Birinin başka ürün(veren yer) leri de vardı. Böylelikle onunla konuşurken arkadaşına dedi ki; 'Ben, mal bakımından senden daha zenginim, insan sayısı bakımından da daha güçlüyüm.' Kendi nefsinin zalimi olarak bağına girdi (ve): 'Bunun sonsuza kadar kuruyup-yok olacağını sanmıyorum' dedi. 'Kıyamet saatinin kopacağını da sanmıyorum. Buna rağmen Rabbime döndüonun suyu dibe göçüverir de böylelikle onu arayıp bulmaya kesinlikle güç yetiremezsin.'
(Derken) Onun ürünleri (afetlerle) kuşatılıverdi. Artık o uğrunda harcadıklarına karşı avuçlarını (esefle) oğuşturuyordu. O (bağın) çardakları yıkılmış durumdaydı kendisi de şöyle diyordu: yıkılmış durumdaydı kendisi de şöyle diyordu: 'Keşke Rabbime hiç kimseyi ortak koşmasaydım.' Allah'ın dışında ona yardım edecek bir topluluk yoktu kendi kendine de yardım edemedi. İşte burada (bu durumda) velayet (yardımcılık dostluk) hak olan Allah'a aittir.
O sevap bakımından hayırlı sonuç bakımından hayırlıdır.
Onlara, dünya hayatının örneğini ver; gökten indirdiğimiz suya benzer, onunla yeryüzünün bitkileri birbirine karıştı, böylece rüzgarların savurduğu çalı çırpı oluverdi. Allah, herşeyin üzerinde güç yetirendir. Mal ve çocuklar dünya hayatının çekici süsüdür; sürekli olan 'salih davranışlar' ise Rabbinin Katında sevap bakımından daha hayırlıdır. (Kehf Suresi, 32-46)
 maydanoz tohumu kuru ot
Bu kıssada insanın dünya hayatındaki gücüne aldanarak böbürlenmesinin ne kadar akılsızca bir tavır olduğu, çünkü Allah'ın o gücü anında yok edebileceği vurgulanmaktadır. Aynı gerçek, bir başka kıssada "bahçe sahipleri" örneği ile anlatılır,
Gerçek şu ki, biz o bahçe sahiplerine bela verdiğimiz gibi, bunlara da bela verdik. Hani onlar, sabah vakti (erkenden ve kimseye haber vermeden) onu (bahçeyi) mutlaka devşireceklerine dair and içmişlerdi.
(Bu konuda) Hiç bir istisna yapmıyorlardı. Fakat onlar, uyuyorlarken, Rabbin tarafından dolaşıp-gelen bir bela' onun üstünü sarıp-kuşatıverdi. Sonunda (bahçe) kökünden kuruyup-kapkara kesildi. Nihayet sabah vakti birbirlerine seslendiler. "Eğer ürününüzü devşirecekseniz erkence kalkıp-çıkın." Derken, aralarında fısıldaşarak çıkıp-gittiler: "Bugün sakın oraya hiç bir yoksul girip de karşınıza çıkmasın." (Yoksulları) Engellemeye güçleri yetebilirmiş gibi erkenden gittiler.
Ama onu görünce: "Muhakkak biz (gideceğimiz yeri) şaşırmışız" dediler. "Hayır biz (herşeyden ve bütün servetimizden) yoksun bırakıldık." (İçlerinde) Mutedil olan biri dedi ki: "Ben size dememiş miydim? (Allah'ı) Tesbih edip yüceltmemiz gerekmez miydi?" dediler ki: "Rabbimiz Seni tesbih eder yüceltiriz; gerçekten bizler zalimmişiz."
Şimdi birbirlerine karşı kendilerini kınamaya başladılar. "Yazıklar bize gerçekten bizler azgınmışız" dediler. "Belki Rabbimiz onun yerine daha hayırlısını verir; şüphesiz biz yalnızca Rabbimize rağbet eden kimseleriz." İşte azap böyledir. Ahiret azabı ise muhakkak çok daha büyüktür; bir bilseler. (Kalem Suresi, 17-33)
Dikkat edilirse, Kuran'da dünya hayatına aldanıp doğru yoldan sapan insanlar olarak anlatılan kişiler, Allah'ın varlığını inkar eden "ateist" kişiler değildir. Allah'ın varlığını bilen ve kabul eden, ancak O'nu anmaktan uzaklaşmış kişilerdir. Hataları, Allah'ın kendilerine nimet olarak verdiği imkanları kendilerinin çok doğal bir hakkıymış gibi görerek, büyük bir kibire kapılmalarıdır. Allah'ı ve O'nun gücünü sadece sözde kabul ederler, ama kalpleri kendi gururları, kibirleri, hırsları ve bencillikleri ile doludur.
Allah Kuran'da, bu gibi insanlara örnek olarak, Hz. Musa'nın kavminin, yani Allah'a inanan bir toplumun içinden çıkmış olan Karun'u örnek verir. Hem Karun hem de ona özenerek dünya hayatına aldananlar, Allah'a sözde inanan, ama dünyanın büyüsüne aldanarak O'nu unutan kimselerdir:
Gerçek şu ki, Karun, Musa'nın kavmindendi, ancak onlara karşı azgınlaştı. Biz, ona öyle hazineler vermiştik ki, onun anahtarları birlikte (taşımaya) davranan güçlü bir topluluğa ağır geliyordu. Hani kavmi ona demişti ki: "Şımararak sevinme, çünkü Allah, şımararak sevince kapılanları sevmez. Allah'ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah'ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah, bozgunculuk yapanları sevmez."
saz yusufcuk gökyüzü
Dedi ki, "Bu bende olan bir bilgi dolayısıyla bana verilmiştir." Bilmez mi ki gerçekten Allah, kendisinden önceki kuşaklardan kuvvet bakımından kendisinden daha güçlü ve insan sayısı bakımından daha çok olan kimseleri yıkıma uğratmıştır. Suçlu günahkarlardan kendi günahları sorulmaz. Böylelikle kendi ihtişamlı- süsü içinde kavminin karşısına çıktı.
Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir' dediler. Kendilerine ilim verilenler ise : 'Yazıklar olsun size, Allah'ın sevabı, iman eden ve salih amellerde bulunan kimse için daha hayırlıdır; buna da sabredenlerden başkası kavuşturulmaz" dediler. Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o kendi, kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: 'Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır.
Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten küfre sapanlar felah bulamaz demeye başladılar. İşte ahiret yurdu, Biz onu, yeryüzünde büyüklenmeyi ve bozgunculuk yapmak istemeyenlere kılarız. Sonuç da takva sahiplerinindir. Kim bir iyilikle gelirse, artık onun için ondan daha hayırlısı vardır; kim de bir kötülükle gelirse, artık kötülükleri yapanlar, yalnızca yapmakta olduklarıyla karşılık görürler. (Kasas Suresi, 76-84)
Görüldüğü gibi Karun'un hatası, kendisini Allah'tan bağımsız, ayrı bir güç gibi görmesi, Allah'ın denemek amacıyla kendisine verdiği güç ve imkanı, kendisinde olan bir üstünlükten dolayı "hak ettiğini" sanmasıdır. Oysa tüm insanlar sadece Allah'ın kullarıdır ve O'nun Katında hiçbir şeyi "hak etmiş" olmazlar; insanlara verilen herşey, sadece ve sadece Allah'ın lütfudur. Bunun farkında olan insan, Allah'ın verdiği nimetler karşısında azgınlaşmaz, şımararak sevince kapılmaz; sadece Allah'a şükreder ve bu şükrün sevincini yaşar. Bir insanın tüm dünyada yakalayabileceği en üstün ve en asil sevinç de budur. Karun ve Karun'a özenenler gibi olanlar ise, ancak Allah'tan gelen felaketlerle içine düştükleri yanılgının farkına varırlar. Bu felaketlere bile aldırmayıp aldanışlarını sürdürürlerse, bu durumda varacakları yer Allah'ın ebedi azabıyla dolu cehennem olacaktır.
Bir ayette bu gerçek şöyle haber verilir:
Bilin ki, dünya hayatı ancak bir oyun, (eğlence türünden) tutkulu bir oyalama, bir süs, kendi aranızda bir övünme (süresi ve konusu), mal ve çocuklarda bir çoğalma tutkusu'dur. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin (veya kafirlerin) hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azab; Allah'tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk (rıza) da vardır. Dünya hayatı, aldanış olan bir metadan başka birşey değildir. (Hadid Suresi, 20)
"Dünya hayatındaki başarılar ve kazançlar büyüklük hissi için istenilmez."
Bakın Cenab-ı Allah diyor ki, Nur Suresi 37. ayet. "(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah'ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten 'tutkuya kaptırıp alıkoymaz'; onlar, kalplerin ve gözlerin inkılaba uğrayacağı (dehşetten allak bullak olacağı) günden korkarlar." Allah korkusunu yaşayan insanlardan bahsediyor, Allah ne diyor? Ticaret, alışveriş. Okul, evlilik, eğlence hiçbir şey insanı Allah'ı anmaktan alıkoymaz. Mesela düğüne gidiyor, unutuyor. Oysa her an Allah canını alabilir. Düğündeki o sesi, o görüntüyü beyninde yaratan kim? Allah. O eğlence ortamını Allah beyninde sana göstermese sen onu görebilir misin? Göremezsin. Orada şımarmanın, unutmanın alemi ne?
Okula gidiyor, mesela üniversite imtihanını kazanıyor ya da birinci olunca çok büyük bir olay olacak zannediyor. Bambaşka bir ruh halinde yaşıyor, herkesi geçmiş olmanın, herkesi ezmiş olmanın heyecanı oluyor içinde. "Amacın ne?" diyoruz. "Allah rızası için mi yapıyorsun bunu? İslam'a Kuran'a hizmet için mi?" "Yok insanları geçmek, daha büyük olmak, onların haset etmeleri çok hoşuma gidiyor" diyor.
Halbuki insan okulu da, işi de "insanlar haset etsin" diye istemez. Okul da, iş de, evlilik de, bütün hayatın tamamı Allah rızası için yapılır. Kendi kafasına göre hareket ederse mutsuzluk, neşesizlik, acı, korku, gerilim, hastalıklar da başından eksik olmaz.
Allah mutlaka görür. "Allah görmeden ben bunu yaparım" veya "Fazla düşünmezsem, Allah da bana bir şey yapmaz" mantığı da olmaz. Allah verdiği akıldan insanları sorar, sorgular. Aklın hakkını vermekle yükümlüdür her insan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Giriş Yandaki resimde gördüğünüz kadın yaklaşık 70 yaşlarında. Hiç düşündünüz mü; 70 yaşında bir insanın geçmişe yönelik düşünceleri n...